5 Şubat 2014 Çarşamba




Eli kanlı Kavimlerin yollarını tarihin her döneminde
körpe bedenlerin cansız vücutları taçlandırır.
Kan, ölüm, dehşet ve sevgisizlik bir gün önlerine en acımasız çehresiyle dikilsin diye,
Tarih bunu biraz da tasarlayarak yapar.
Çünkü, en büyük ders, kısasa kısas biçiminde insanın ya da ulusların hayatına tebelleş olan derstir.
İsrailoğulları, bir kader gibi varlıklarına tebelleş olan bu dersleri “katliam” biçiminde, geçmişlerinin hemen hemen her döneminde fazlasıyla yaşamış bedbaht bir kavimdir.
Şimdi ise, onlar, Gazze’de, çocukların da içinde bulunduğu topluma karşı katliam uyguluyorlar.
Balosha Ailesinden katlettikleri, Gazze’de, Kamal Edwan Hastanesi Morgunda yatan ve ölümü değil, en katılaşmış vicdanlarda bile, kesin ve keskin bir intikamı çağrıştıran şu üç çocuğu katlettikleri gibi.
İsrailoğulları, Yakup’un soyundan gelir ve Museviliğin kutsal kitabı Tanah’ta, Yakup'un Tanrı ile güreştiği anlatılır.
İslam'a göre ise, Yakup evlat acısı ve evlat ihaneti ile imtihana çekilmiş ve bu yüzden kör olmuş biridir.
Hırs ve Ceza’nın böylesine trajik biçimde cismanileştiği bir Peygamber Kavminin yaptıklarını, bu fotoğraf mazur göstermese de ipuçları verir umarız; hala hırsına teslim olmamış vicdanlı yüreklerde.



Ellerinin kömür isi böylesine etkili bir nümayişte bulunmasa ve tırnaklarının ak’ı, siyahı, böylesine katmerleştirmese Allah bilir ya kimse “Madenci” demez bu adama.
Hele, -bu adam bir nümayişci, dense, inanmaz çocuklar bile de, güler geçer.
Belki şöyle der çocuk;
-Nümayiş nedir ?
-Gösteri, evladım, gösteri.
Diyelim ki Hindistan Allahabad’daki bu yaşlı madenci Dede; katıldığı nümayişten bir anlığına usulca sıvışıp,
-Len Oğuz “Gösteri” yerine Nümayiş demen, yaşıma hürmeten mi; baltamın ilkelliğine gönderme mi ? diye, hışımla haykırsa,
yanıt ne olur var mı bilen?
Ama, gözlerdeki estetik öfke; yakarış dolu kimsesizlik; talan edilmeye hüküm giydirilmiş geleceği adına savurduğu şu çığlık tüm sözlerin engeli...
Üstelik, adam, gözleriyle resmen küfür ediyor, izleyen herkese:
-Makinalar sokup madene baltamı işsiz güçsüz bırakan herkesin..


Kaligrafi, özellikle Japonya başta olmak üzere, Uzakdoğu’da kalem ya da fırçayla güzel ve zarif yazı yazma sanatı anlamına gelir.
İnternet Platformlarından İTÜ Sözlük ise , Kaligrafiye şu dahiyane tanımı getirir:
“Cismani aletlerle yapılan ruhani bir hendesedir.”
Resim mi tanımdan etkilenmiş, tanım mı resme öykünmüş orası bi muamma; ama, soyut ruhaninin, somut cismani ile somut alet’in, soyut hendese yani geometri ile yanyana ve içiçe olması daha bir muamma.

Tokyo'da Geleneksel Yeni Yıl Kaligrafi Yarışması...
Yarışmacılar önlerinde geleneksel kağıtlar ellerinde fırçalar yazıyorlar...
Cismani bir hırs ve gayretle ruhani bir tavaf içindeler.
Ama tavafın kuvvetine bakılırsa ruhani plan epeyce önde cismaniye karşı.
Japon cinliği bunu da dengelemiş anlaşılan; beden ruh karşısında yenik düşmesin diye: yarışma mekanı olarak cismanin şiddetle şımardığı bir yer; Japon Döğüş Salonunu seçilmiş.
Ama ne yaparlarsa yapsınlar, kim ne derse desin, İTÜ Sözlük’ün şu tanımı başlıbaşına bir Kaligrafi:
Cismani aletlerle yapılan ruhani bir hendese...


 


Fidel, Melez, Puro...

Bir Küba Üçlemesi.

Ya da, Küba’nın ta kendisi.
Havana'da bir kadın Castro'nun posteri önünde Savunma ve Devrim Kongresi Komitesi toplantısı öncesi tüttürüyor.
Sanki, alta savrulan duman Karşı Devrime set; Fidel’e doğru yükselen, Devrime minnet...

Küba, Devriminin Yıldönümü’nde, şu resimdeki saptanan an’da; hem de 50’inci, Kadının boynundaki ise besbelli o inci...



Vücut dili, birazdan başlayacağı türkü için hazır sanki...
Avuç ayası, gerekli senkron için kulağında akustik bir cihaza dönüşecek.
Bunun için anatominin senkronu gerekli öncelikle; ama, anatomi donmuş.
Resmin, an’ı zaptı değil bu; acı’nın, kadını zaptı; Gazze’de, İsrail askerlerinin, kadının evini zaptı gibi...
Cebeliye Mülteci Kampında, İsrail askerlerinin üs olarak kullandığı evi, o kadar harap edilmiş ki, kadının bir de gözleri iltica etmiş bedeninden ve ruhundan sonra; “naçarın” dipsiz kuyusuna...
Nasıl etmesin ki?
Kamptaki evi de elinden alınan bir mültecinin, yeni bir iltica için artık kalır mı dermanı ve imkanı ?
Yüzündeki dip not bundan:
-Dondum, kaldım.



Geleneksel Hindistan dansında dansçıların yüzüne uygulanan makyaj tekniği, yağlıboya tablo yapmaktan farksız.
Makyaj aşaması öyle uzun sürer ki, oyuncular, makyaj sırasında uyumayı tercih eder.
Hindistan’da dans 9 temel mimiği içerir:
Aşk, üzüntü, öfke, cesaret, korku, alay, itilmek, merak ve dinginlik.
Biliyorum,
“apaçık gözüken şu şehvet mimiği ne peki”
diyeceksiniz .
Bakın anlatayım:
Hindistan’da Cumhuriyet için en büyük mücadeleyi vermiş Mahatma Gandhi, Otobiyografisinde, çok küçük yaşta evlendiği karısı Kasturba'ya duyduğu şehvet dolu dürtüleri anlatır.
Hindistan’da Cumhuriyet bayramı törenleri için hazırlanan bu dansçının yüzündeki 10’ncu mimik o: Kasturba şehveti !
Yakışmış değil mi ama ...


 

Çinlilerin geleneksel Ay Takvimi’ne göre, Fare Yılı bitti; Yaban Öküzü Yılı başladı.
Kendilerini “ejdarha torunu” olarak gören bu ülkede, Ejderha ise, kutsal bir hayvan neredeyse.
Pekin'de, Kadın, Yeni Yıl şans getirsin diye Beyaz Bulut Tapınağı'ndaki Ejderha başını sıvazlamak için elini uzatmak üzere..
Ama, fotoğrafın sunduğu an’lık bir temkin değil apaçık bir tereddüt söz konusu:
-Sıvazlamasam ve 2009 için şans dilemesem mi acaba ?
Kadın haklı, çünkü, Yaban Öküzü Yılı öngörüsüne göre, bu yıl doğanlar, meslek olarak politikacı, film yıldızı veya yapımcılığı seçecek..
Yani, 2009’da birer ikişer milyon Politikacı, Film Yıldızı ve Yapımcıya gebe kalabilir bu doğurgan ülke..
-Offff Sayın Ejderha, kabus bu, kabussss! Çekiyorum elimi kusura bakma !



Kapı açıldığında arkasından ikinci bir geçiş yolu belirecek ve açılan kapı, bu kez, gözüken şu ilk geçişi kapatacak.
Kadınlar bunu bekliyorlar; geçecekleri yeni geçit henüz belirmediğinden doğal olarak cisimlei yerine gölgeleriyle bekliyorlar.
Kafanızı karıştırmayayım: Gazze Cebeliye'de İsrail saldırılarında hasar görmüş camide namaz kılan ve secdeye varmak üzere olan genç erkek ile rükudaki 3 kadın bunlar...
Kafanızı karıştırmayayım da; erkek kıbleye durmuşsa, kadınların duruşu nereye ?
Kadınlar, acaba, Kıble şartı aranmayan ve istenilen yöne durulabilen Nafile Namaza niyet ettiler de O İKİNCİ kapının açılmasını mı bekliyorlar: gölgeleriyle usulca içeri süzülüp hakiki cisimleriyle Farz’a durmak için...



O kadar karmaşık bir fotoğraf an’ı ile karşı kaşıyayız ki anlatması beni, dinlemesi sizi yorabilir.
Pakistan'ın Peşaver kentinde bir sinemanın makina odası.
Film buradan gösteriliyor.
Filmi beyaz perdeye yansıtan sinemanın bu makina adasındaki şu projeksiyon aleti.
Bobinlere sarılı film, buradan, bu odanın dışındaki beyaz perdeye düşüyor.
Cihazın kare monitörüne düşen yüz, sandığınız gibi makinistin yüzü değil; o, bu cihazın beyaz perdeye yansıttığı filmden bir kare.
Odadaki kare’de, oda’nın oynattığı filmden bir kare var anlayacağınız.
Yoruldunuz.
Demiştim ama, bu pek karmaşık bir iş diye..
Filmin gösterildiği Demokratik Cumhuriyet sıfatlı Pakistanda’da yaşanan karmaşaya bakarsak, buradakine şaşmamak gerek.
Haber şöyle :
“Peşaver Kenti'nin bulunduğu Kuzey'de Svat Vadisi'nde Taliban'ın baskısı sonucu şeriat uygulanması kararlaştırıldı. Hükümet yetkilileri şiddetin önüne geçmek için taviz vermekten başka çareleri olmadığını açıkladılar... “
Anlayacağınız, ülkede de sinemasında da oynayan, tamı tamına, film için de film.



AP Ajansı, fotoğrafı, şu cümle ile geçiyor Dünyaya;
“Bağdat yakınlarında Dicle kıyısındaki İskenderiye'de bir çocuk...”
Bir çocuk...
O çocuk bu resmin neredesinde duruyor söyler misiniz ?
-Gözleri hariç !
desem, yetmez;
Peki peki, burnu ve dudakları da...Hadi artık, O’nu bir çocuk olarak görün, desem yeter mi?
Yetmez, yetmez !
Kulakları ve çenesi de hariç !
Saçları, Alnı, Boynu, Kaşları... Kaşları da hariç, desem... ?
-Evet, o, bir çocuk; demenize yeter mi ?
-Evet yeter ! Herşeyini alınca birer ikişer, geriye kalan kol ve parmaklarının nayifliğiyle bir çocuğumuz oldu böylece !

AP’nin, fotoğraf yazısı şöyle sürüyor:
“Burası bir yıl öncesine kadar şii ve sunni militan çatışmalarına sahne olan bir yerdi..İnsanlar ne işe gidebiliyor ne de sokağa çıkabiliyorlardı...Hala tam olarak insanlar güven duymuyor ama düzelme var...”
İşte, iyi bir haber: “Düzelme var !”
“Avuntu”, pek iğreti durdu ama burada;
artık tersten başlayan bir hikaye o;
düzelmesi imkansız;
bir daha çocuk olmaya....



-2 numaralı kamera, sol boşluğu biraz daralt.
-Muhammed, kırmızı gömleğin zaten ön plana itiyor seni, Adil Ömer gibi biraz daha geriye çekil. Kurgubilim bir film bu; cam kırıkları ve kurşun delikleri olmalı ön planda.
-Ayrıca, sen Adil Ömer, unutma, babasını çatışmada kaybeden çocuğu oynuyorsun; hadi Adil, hadi, kardeşin Muhammed kadar acılı halini biraz abart !
-Evet, güzel, motor !
Şu bizim, aklı bi karış havada Yönetmen, sanıyor ki –Motooor ! diye haykırmasa ne sahne çekilir ne de tamamlanır prodüksiyon.
Bilmiyor, yönetmensiz, kamerasız ve oyuncusuz da biter ve kainat vizyonunda yerini alır bu film...

İzleyiciye fenalık etmek değil niyetim; gerçeği, sadece gerçeği söylemek için buradayım; ve söylüyorum:
Solda Muhammed, sağda Adil Omar...Babalarını mezhep çatışmalarında kaybettiler. Bağdat'taki Sunni Fadhil Mahallesindeki evlerinin penceresinden bakıyorlar. Yaşadıkları ağır çatışmayı o kadar net resmediyor ki “an”;
durumun
en büyük
narasıdır
susmak.
Yönetmen mi ? dediniz ?
Kimbilir hangi tabutun arkasında seğirtmedirir o şu an;
Yetişemem !






Hiç yorum yok:

ZAMAN ŞEHİR İNSAN 2