Eli kanlı Kavimlerin yollarını
tarihin her döneminde
körpe bedenlerin cansız vücutları
taçlandırır.
Kan, ölüm, dehşet ve sevgisizlik bir
gün önlerine en acımasız çehresiyle dikilsin diye,
Tarih bunu biraz da tasarlayarak
yapar.
Çünkü, en büyük ders, kısasa kısas
biçiminde insanın ya da ulusların hayatına tebelleş olan derstir.
İsrailoğulları, bir kader gibi
varlıklarına tebelleş olan bu dersleri “katliam” biçiminde, geçmişlerinin hemen
hemen her döneminde fazlasıyla yaşamış bedbaht bir kavimdir.
Şimdi ise, onlar, Gazze’de,
çocukların da içinde bulunduğu topluma karşı katliam uyguluyorlar.
Balosha Ailesinden katlettikleri,
Gazze’de, Kamal Edwan Hastanesi Morgunda yatan ve ölümü değil, en katılaşmış
vicdanlarda bile, kesin ve keskin bir intikamı çağrıştıran şu üç çocuğu
katlettikleri gibi.
İsrailoğulları, Yakup’un soyundan
gelir ve Museviliğin kutsal kitabı Tanah’ta, Yakup'un Tanrı ile güreştiği anlatılır.
İslam'a göre ise, Yakup evlat acısı
ve evlat ihaneti ile imtihana çekilmiş ve bu yüzden kör olmuş biridir.
Hırs ve Ceza’nın böylesine trajik
biçimde cismanileştiği bir Peygamber Kavminin yaptıklarını, bu fotoğraf mazur
göstermese de ipuçları verir umarız; hala hırsına teslim olmamış vicdanlı
yüreklerde.
Ellerinin kömür isi böylesine etkili
bir nümayişte bulunmasa ve tırnaklarının ak’ı, siyahı, böylesine
katmerleştirmese Allah bilir ya kimse “Madenci” demez bu adama.
Hele, -bu adam bir nümayişci, dense,
inanmaz çocuklar bile de, güler geçer.
Belki şöyle der çocuk;
-Nümayiş nedir ?
-Gösteri, evladım, gösteri.
Diyelim ki Hindistan Allahabad’daki
bu yaşlı madenci Dede; katıldığı nümayişten bir anlığına usulca sıvışıp,
-Len Oğuz “Gösteri” yerine Nümayiş demen,
yaşıma hürmeten mi; baltamın ilkelliğine gönderme mi ? diye, hışımla haykırsa,
yanıt ne olur var mı bilen?
Ama, gözlerdeki estetik öfke; yakarış
dolu kimsesizlik; talan edilmeye hüküm giydirilmiş geleceği adına savurduğu şu
çığlık tüm sözlerin engeli...
Üstelik, adam, gözleriyle resmen
küfür ediyor, izleyen herkese:
-Makinalar
sokup madene baltamı işsiz güçsüz bırakan herkesin..
Kaligrafi, özellikle Japonya başta
olmak üzere, Uzakdoğu’da kalem ya da fırçayla güzel ve zarif yazı yazma sanatı
anlamına gelir.
İnternet Platformlarından İTÜ Sözlük
ise , Kaligrafiye şu dahiyane tanımı getirir:
“Cismani aletlerle yapılan ruhani bir
hendesedir.”
Resim mi tanımdan etkilenmiş, tanım
mı resme öykünmüş orası bi muamma; ama, soyut ruhaninin, somut cismani ile
somut alet’in, soyut hendese yani geometri ile yanyana ve içiçe olması daha bir
muamma.
Tokyo'da Geleneksel Yeni Yıl
Kaligrafi Yarışması...
Yarışmacılar önlerinde geleneksel
kağıtlar ellerinde fırçalar yazıyorlar...
Cismani bir hırs ve gayretle ruhani
bir tavaf içindeler.
Ama tavafın kuvvetine bakılırsa
ruhani plan epeyce önde cismaniye karşı.
Japon cinliği bunu da dengelemiş
anlaşılan; beden ruh karşısında yenik düşmesin diye: yarışma mekanı olarak
cismanin şiddetle şımardığı bir yer; Japon Döğüş Salonunu seçilmiş.
Ama ne yaparlarsa yapsınlar, kim ne
derse desin, İTÜ Sözlük’ün şu tanımı başlıbaşına bir Kaligrafi:
Cismani aletlerle yapılan ruhani bir
hendese...
Fidel, Melez, Puro...
Bir Küba Üçlemesi.
Ya da, Küba’nın ta kendisi.
Havana'da bir kadın Castro'nun
posteri önünde Savunma ve Devrim Kongresi Komitesi toplantısı öncesi
tüttürüyor.
Sanki, alta savrulan duman Karşı
Devrime set; Fidel’e doğru yükselen, Devrime minnet...
Küba, Devriminin Yıldönümü’nde, şu
resimdeki saptanan an’da; hem de 50’inci, Kadının boynundaki ise besbelli o
inci...
Vücut dili, birazdan başlayacağı
türkü için hazır sanki...
Avuç ayası, gerekli senkron için
kulağında akustik bir cihaza dönüşecek.
Bunun için anatominin senkronu
gerekli öncelikle; ama, anatomi donmuş.
Resmin, an’ı zaptı değil bu; acı’nın,
kadını zaptı; Gazze’de, İsrail askerlerinin, kadının evini zaptı gibi...
Cebeliye Mülteci Kampında, İsrail
askerlerinin üs olarak kullandığı evi, o kadar harap edilmiş ki, kadının bir de
gözleri iltica etmiş bedeninden ve ruhundan sonra; “naçarın” dipsiz kuyusuna...
Nasıl etmesin ki?
Kamptaki evi de elinden alınan bir
mültecinin, yeni bir iltica için artık kalır mı dermanı ve imkanı ?
Yüzündeki dip not bundan:
-Dondum, kaldım.
Geleneksel Hindistan dansında
dansçıların yüzüne uygulanan makyaj tekniği, yağlıboya tablo yapmaktan farksız.
Makyaj aşaması öyle uzun sürer ki,
oyuncular, makyaj sırasında uyumayı tercih eder.
Hindistan’da dans 9 temel mimiği
içerir:
Aşk, üzüntü, öfke, cesaret, korku,
alay, itilmek, merak ve dinginlik.
Biliyorum,
“apaçık gözüken şu şehvet mimiği ne
peki”
diyeceksiniz .
Bakın anlatayım:
Hindistan’da Cumhuriyet için en büyük
mücadeleyi vermiş Mahatma Gandhi, Otobiyografisinde, çok küçük yaşta evlendiği
karısı Kasturba'ya duyduğu şehvet dolu dürtüleri anlatır.
Hindistan’da Cumhuriyet bayramı
törenleri için hazırlanan bu dansçının yüzündeki 10’ncu mimik o: Kasturba
şehveti !
Yakışmış değil mi ama ...
Çinlilerin geleneksel Ay Takvimi’ne
göre, Fare Yılı bitti; Yaban Öküzü Yılı başladı.
Kendilerini “ejdarha torunu” olarak
gören bu ülkede, Ejderha ise, kutsal bir hayvan neredeyse.
Pekin'de, Kadın, Yeni Yıl şans
getirsin diye Beyaz Bulut Tapınağı'ndaki Ejderha başını sıvazlamak için elini
uzatmak üzere..
Ama, fotoğrafın sunduğu an’lık bir
temkin değil apaçık bir tereddüt söz konusu:
-Sıvazlamasam ve 2009 için şans
dilemesem mi acaba ?
Kadın haklı, çünkü, Yaban Öküzü Yılı
öngörüsüne göre, bu yıl doğanlar, meslek olarak politikacı, film yıldızı veya
yapımcılığı seçecek..
Yani, 2009’da birer ikişer milyon
Politikacı, Film Yıldızı ve Yapımcıya gebe kalabilir bu doğurgan ülke..
-Offff Sayın Ejderha, kabus bu,
kabussss! Çekiyorum elimi kusura bakma !
Kapı açıldığında arkasından ikinci
bir geçiş yolu belirecek ve açılan kapı, bu kez, gözüken şu ilk geçişi
kapatacak.
Kadınlar bunu bekliyorlar;
geçecekleri yeni geçit henüz belirmediğinden doğal olarak cisimlei yerine
gölgeleriyle bekliyorlar.
Kafanızı karıştırmayayım: Gazze
Cebeliye'de İsrail saldırılarında hasar görmüş camide namaz kılan ve secdeye
varmak üzere olan genç erkek ile rükudaki 3 kadın bunlar...
Kafanızı karıştırmayayım da; erkek
kıbleye durmuşsa, kadınların duruşu nereye ?
Kadınlar, acaba, Kıble şartı aranmayan
ve istenilen yöne durulabilen Nafile Namaza niyet ettiler de O İKİNCİ kapının
açılmasını mı bekliyorlar: gölgeleriyle usulca içeri süzülüp hakiki
cisimleriyle Farz’a durmak için...
O kadar karmaşık bir fotoğraf an’ı
ile karşı kaşıyayız ki anlatması beni, dinlemesi sizi yorabilir.
Pakistan'ın Peşaver kentinde bir
sinemanın makina odası.
Film buradan gösteriliyor.
Filmi beyaz perdeye yansıtan
sinemanın bu makina adasındaki şu projeksiyon aleti.
Bobinlere sarılı film, buradan, bu
odanın dışındaki beyaz perdeye düşüyor.
Cihazın kare monitörüne düşen yüz,
sandığınız gibi makinistin yüzü değil; o, bu cihazın beyaz perdeye yansıttığı
filmden bir kare.
Odadaki kare’de, oda’nın oynattığı
filmden bir kare var anlayacağınız.
Yoruldunuz.
Demiştim ama, bu pek karmaşık bir iş
diye..
Filmin gösterildiği Demokratik
Cumhuriyet sıfatlı Pakistanda’da yaşanan karmaşaya bakarsak, buradakine
şaşmamak gerek.
Haber şöyle :
“Peşaver Kenti'nin bulunduğu Kuzey'de
Svat Vadisi'nde Taliban'ın baskısı sonucu şeriat uygulanması kararlaştırıldı.
Hükümet yetkilileri şiddetin önüne geçmek için taviz vermekten başka çareleri
olmadığını açıkladılar... “
Anlayacağınız, ülkede de sinemasında
da oynayan, tamı tamına, film için de film.
AP Ajansı, fotoğrafı, şu cümle ile
geçiyor Dünyaya;
“Bağdat yakınlarında Dicle
kıyısındaki İskenderiye'de bir çocuk...”
Bir çocuk...
O çocuk bu resmin neredesinde duruyor
söyler misiniz ?
-Gözleri hariç !
desem, yetmez;
Peki peki, burnu ve dudakları
da...Hadi artık, O’nu bir çocuk olarak görün, desem yeter mi?
Yetmez, yetmez !
Kulakları ve çenesi de hariç !
Saçları, Alnı, Boynu, Kaşları...
Kaşları da hariç, desem... ?
-Evet, o, bir çocuk; demenize yeter
mi ?
-Evet yeter ! Herşeyini alınca birer
ikişer, geriye kalan kol ve parmaklarının nayifliğiyle bir çocuğumuz oldu
böylece !
AP’nin, fotoğraf yazısı şöyle
sürüyor:
“Burası bir yıl öncesine kadar şii ve
sunni militan çatışmalarına sahne olan bir yerdi..İnsanlar ne işe gidebiliyor
ne de sokağa çıkabiliyorlardı...Hala tam olarak insanlar güven duymuyor ama
düzelme var...”
İşte, iyi bir haber: “Düzelme var !”
“Avuntu”, pek iğreti durdu ama
burada;
artık tersten başlayan bir hikaye o;
düzelmesi imkansız;
bir daha çocuk olmaya....
-2 numaralı kamera, sol boşluğu biraz
daralt.
-Muhammed, kırmızı gömleğin zaten ön
plana itiyor seni, Adil Ömer gibi biraz daha geriye çekil. Kurgubilim bir film
bu; cam kırıkları ve kurşun delikleri olmalı ön planda.
-Ayrıca, sen Adil Ömer, unutma,
babasını çatışmada kaybeden çocuğu oynuyorsun; hadi Adil, hadi, kardeşin Muhammed
kadar acılı halini biraz abart !
-Evet, güzel, motor !
Şu bizim, aklı bi karış havada
Yönetmen, sanıyor ki –Motooor ! diye haykırmasa ne sahne çekilir ne de
tamamlanır prodüksiyon.
Bilmiyor, yönetmensiz, kamerasız ve
oyuncusuz da biter ve kainat vizyonunda yerini alır bu film...
İzleyiciye fenalık etmek değil
niyetim; gerçeği, sadece gerçeği söylemek için buradayım; ve söylüyorum:
Solda Muhammed, sağda Adil
Omar...Babalarını mezhep çatışmalarında kaybettiler. Bağdat'taki Sunni Fadhil
Mahallesindeki evlerinin penceresinden bakıyorlar. Yaşadıkları ağır çatışmayı o
kadar net resmediyor ki “an”;
durumun
en büyük
narasıdır
susmak.
Yönetmen mi ? dediniz ?
Kimbilir hangi tabutun arkasında seğirtmedirir
o şu an;
Yetişemem !
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder