9 Şubat 2014 Pazar

 ÇOCUK 1
denize taş atan çocuk
hayaliyle konuştu usulca
yüz dalga daha topladım bugün
on bin yüz olunca
kendi denizimi kuracağım


ÇOCUK  2
utanmayıp hüznünü gizlemeyen
sümüklü ve iç çekişli çocuk
kendi yoluna giden
Şefkat Tanrısına bağırdı birden:
yalancı sinsi ! 
hani bizim evin hediyesi !


ÇOCUK  3
cevabı yıllar sonra aklıma yattı
babama küçükken sorduğum
kadına dair sorunun;
bir yüzü ay
öteki neden hep gece:
-süt de onda oğul zehir de



ÇOCUK  4
camdan dışarıyı izleyen kedi
çocukluğumu çalmış sanki
sokak biriktirmede ada ada
renksiz dünyasında o da
             
          
ÇOCUK  5 
bir bir 1 daha
şrak şrakk şrakkk
2 iki daha
üç’ten 1 defa
5’te bitti, tıkandı çocuk

haykırışı söndü kanat kanat
artık bir senfoniydi sokak

“Nota ekle” dedi sokağa ilgisiz bir adam
eklendi:
do re mi fa
ya ra
sol lâl

  
ÇOCUK  6
aşk nedir baba hadi de de
ah oğul aşk bir saattir tıkır tıkır,
vah oğul aşk bir vaattir mırıl mırıl

aşk nedir baba hadi de de
ah oğul aşk bazen üzümdür yenir
vah ki oğul bazen hüzündür içilir

ahlar vahı oğul
vahlar ahı oğul,
aşk bazen mey’e değer, şaraba gelir
bazen ney’e değer, haraba gelir

bil ki oğul ikisi de çekilir



ÇOCUK 7
çocuk yüzünü duvara döndü
zaten her yan duvardı

evde bir gergedan haykırdı
dip notlarını sayıkladı bir filozof
sayıklama haykırışı bastırdı

zaman korkuya ibadet durunca
hikayelere kimse kulak vermedi
dualar da öyle cevapsız kala kaldı

sesinin şahidi sadece kendisi
çocuktan kırılgan bir inilti:
ağır geldin bir harfini siliyorum hüzün
hüzn olsun artık senin adın

o an tarihe bir not kayıtlandı edeplice:
bir çocuk bir harf atınca
bir yıldız söner sessizce


ÇOCUK 8
kadife kaplı kutuda
safça anılarını biriktiren çocuk
yüzü hayatın taşına değince
yumulup ayan beyan ağladı
kendine değil, kutuya
annesinin kadife sabahlığından çalmıştı da



Nurullah Kadirioğlu


 
eşyanın ve şehrin şiiri

boşuna beklediğimi biliyorum
boşuna beklediğinizi de;
bütün şiddetiyle naylon!
hani ağlayan harfi hattatların ?

bu çocuk daha çirkin bir meyveyle cebelleşemez
böyle lastikken bütün dünyaları
ya da bir çocuğa dairken
lastikten dünyaları.

boşuna hevesleniyoruz,
şimdi tuzruhu lavabolarda
kenar evlerin böcek mutfaklarında
pvs’leri eritmeden
pişkinlikle usul usul.

boşuna hevesleniyoruz,
şimdi diyelim ki bütün marifet ilk kupondadır
yani kadın çorabı, ruj ve kulak memesindeki
dolgun yumuşaklığı kadınların, sizindir,
gözlükleriniz vardır, çorabınız yivs
nazik bilek büküşünüz, nazik şehvetiniz,
yine de form no; 1bs
yine de, 56 ya taksim 3 nokta bin 893.
yine de tutanağı yanınızdaki eşyanın.

yani boşuna heveslenmeyelim,
bütün meydanlara konup kalksa da güvercinler
yine de yılan derisi makbuldür.
ve mesela isteseniz de izmir’e gidemezsiniz
berlin’e, bonn’a çiçek pasajına.

etekler de kısaldı bu yıl, yine moment
yine pass, off, input
ve yine
okey ? time 23.30 ! 


                             en güzel resim

bir anın hükmü vardır
yalnız bir anın. önce kolumu koyuyorum masaya
yorgun kolumu,
soluklarımı dinlendiriyorum terlememek için
bir kadın geçiyor gözlerimin buğusundan
hüzünle kol kola
ve işte tamam, resmimizi çektiler.


bir an güzeldir
yalnız bir an. parke bir yokuştu indiğimiz
sessiz ve serin,
çalgıcılar geride kalmıştı
ölü bir şiiri taşıyordum sırtımda
biliyordum ölü şiir
yeni sancılara gider.

bir şey bilirim
yalnız bir şey. ne acı yaraşır bize
ne acısız çıkılır yola.
 




öteki ölüm
haydarpaşa garında yanan
918 taklidi sarı ampullerin ne kıymeti kalır ?
neye yarar waşington portakalın iriliği ?
ve kadınlar
hülyaların güzel oyuncakları;
starlar artistler sevgililer
çocukluğumun sedef aynasında makyaj tazeleyenler
neye yarar ?
klor kokmayan bir bardak suyun
merhaba diyen bir mektubun ne güzelliği kalır?
orada bir şehir enkazı gibi durduktan sonra
genelev no 18, genelev no 30





şehir zaman kadın


bu yaz hiç yağmur olmayacak, her sabah jilet
bu yaz daha çok porno film, daha çok ter;
ter ve daha çok çürüyecek koltuk altı ceketlerin
milyon saat, sinsi ve derin.

bu yaz öyle sıcak…
öyle ki oturuyor olsak bir yerde bir sabah
pembe memelerin hiç gelmeyecek aklıma.
bu yaz yarı fahişeler çın çın takılarıyla
bu yaz aklımda habis bir ur, anti-biyotikler
o sıcakta gri-bej, gri-bej.

bu yaz ekose gömlekler alacağız, çapraz şampuanlar
çekirdek suyu ve onur
bu yaz nezle, altın döşeklerde süzgün yüzümüz
Figaro bu yaz evlenecek, her gece oryantal,
bu yaz “beşinci sigara kongresi”
buz pateninde ateş dansı
“kuytu kuşelerde sevda zembereğinin
takatsizliği üzre mülahazalar konferansı”
bu yaz, “yedinci kiremit teknolojisi semineri”

bu yaz daha sıcak geçecek, gittikçe soğuyor iklim
gide gide kutup, gelecek yaz daha sıcak…
daha az kavun tüketeceğiz, daha az pirinç
bu yaz daha az karanfil, daha az söz…




trajik

beni anlayacaklar
seni anlamadıkları zaman,
avuntular söylemidir çünkü hayat.

zihin yaşlanması !

kim demiş
sadece
tendir
küçülen ?

dün geceydi tenim geldi
uyandım ben de mecburen,
sarstı kişnek atlar
sarstı da uykuya değdim mecburen.

eskiden miydi ?
hırpalardım uykuyu
hoyratça pek de.
 
kim dememişti bilmem,
kaba
bir
incelmedir
hayat.

seni anladılar
beni artık anlamazlar. 



imgeye düşen sızı

imgeme saplanıyor artık rüyalar
belli ki bu bize öğretmedikleri,
sabah, ellerimde bir zerre telaş.
yok mu şu rüyalar yok mu.

demişlerse de üşümeler geçer
sızılar da,
az kişinin harcıdır kaç kere üşüdüğünü bilmek
mesela ben….

kimseler yazmayacak,
ama sanki bir gün ben
soğukta üşümeyen adam.

beni o’na şöyle anlattılar:
sızısıyla sevişen adam !




taziye

takıldı topuğum
kimi sabahlarda
nasıl takılırsa
kadının arzusundaki şahenk.

erkek erteler
onunla yelkovan.

sabaha kalır tortusu
yudum yudum
yudumlar
yutar hayatı,
köpükte yüzen gemiler de birer birer.

besbelli,
hayata bakan adam
yorulur
böyle bir aradan.

kadın
hikayesini dokumadadır
o ara.

“bana kadını öğret”
dedim
“baba “

babamın da öldüğünü
öylece
öğrendim iyice. 




kalbim orgazm

üşengeç hevesimde kırlangıç nefesi
tedirgin ay küskün gecede
dolu yalnız fakir halelerinde
kıskanç gözler öfke nöbetinde

neye koşsam dirseklerimde yara

sakladığım darağacı uykumda pervane
şehri bozdum diye denize bağladılar
pencereleri küçüktü
ruhumu ancak attım içeri

nasıl baktın da cam kırığı öyle
o ne ellerinde o aç kuşlar
nasıl utandı ki kalbim
hesaplı intiharla dirilince
ritminden anladım
kalbim orgazm

eğildim kulağına dedim ki
hak ettim
nazlanma hadi
artık günahlarımı sıfırla




çok yaşa !

uçarı bir kuğu kendi boynunda uyuyan

gölü yitik steplerde kuru ayaz
ertelenmiş zamanların kıyısında
incinmeden yol boyunca uyanmayan

zamanda vakti çizen değil yelkovan

incinen kadında erkekte de kadran
soyunup üşümeyen giyinip üşenmeyen
damlası kül damlasında alev

erkeni tüye çarpan kelimede uyanır
cümlesi su taşır duraksız
hamile korkulu kadınların derin ayıplarında
ritmi bozuk gerdanlarıya

tılsım tılsımla sevişince körelir
uyanan ahali miyop gözlerinde sperm
şehrin altında ezilir çabasız kulaçlarla
hep derin çukur hapşırınca çok yaşa



nur  ay  burcuna  girince

neye benzer bilirsin
nerede ıslansan
sızılar bir kırçıl daha
her alfabede
son harf olmaya

neye benzer bilirsin
en emin yer diye
suçlarına gizlenince
imgesi yorgun hayale
rüzgar tek hece

neye benzer bilirsin
korkusuyla yatan
nehir doğurur
boğulunca uyanmaya
dua sözlükte tek yama

neye benzer bilsen
yüzüne aşk düşenin
içi caz çalar bir de şarkılar :
hadi doğur beni
yar sar beni



 
fikir ve zikir

zaman katildir
kadında kalçaları tombul
göbeğinde sihri yitik tepeler,
kadınlarıyla yalnız
bi’başına uğultulu
erkeklerin buğulu kaşkollerinde
‘seyahat’ gezileri

kimse nasıl seveceğini bilemez
hamuru öfke çamuru ekmek
şeyler giyinilse içilse bile
hangi kent hangi ev hangi cehenneme açılsa

kim iyi dokur anıları
bilse
erkek-
ler
çoğul

pervaz camı iter
kar uçup rüzgar sevince
kan çeker
mahşer dipten gelince

nedensizdir
sevene sorgu sual cevap
anısı yanınca külü kalmaz
yakılınca da

kelimeye mim koydum







Nurullah Kadirioğlu

Hiç yorum yok:

ZAMAN ŞEHİR İNSAN 2